Hikâyemi başkalarına da anlatmış. En başta muhtara, sonra postacıya, mandıracıya, gazete bayiine. Önüne gelene yani. Neden anlattın dedim, hani bir şey anlattığın adamlar seni eksiltiyorlardı? Böylece eşitleniyoruz dedi.
Ayfer Tunç’un Evvelotel’i yalnızlık, yabancılaşma ve sevgisizlik üzerine kurulu dokuz hikâyeden oluşur. İlk hikâye “Evvelotel”de babasını aramaya çıkan ana karakter üzerinden anlatılırken geçmiş ve şimdi iç içe girer. Dipnotlarla ilerleyen geçmiş, karakterin bugünkü davranışlarını babasından devraldığını gösterir. Nitekim, çocukluğunda kendisini terk eden babası gibi o da çocuklarını terk eder. “Kibir”de yine “korkutucu bir gölgeden ibaret” olarak görülen bir baba figürü vardır. Öyle ki kendisi bedenen olmamasına rağmen gölgesi, başka bir deyişle babanın oğlunda bıraktığı sevgisizlik ve güvensizlik hissi onu her adımında takip eder ve gölge, bedene egemen olur. Benzer biçimde “Halas”ta cezaevindeki Halas’ı ziyarete giden ana karakterin babasıyla yaşadığı olumsuz ilişki söz konusudur. İkisinin arasındaki ilişkiyi müdürün, babasını sorması üzerine öğreniriz. Tıpkı burada olduğu gibi diğer hikâyelerde de ana karakterin geçmişindeki sorunlu aile ilişkilerine her fırsatta dikkat çekilir ve görülür ki ana karakter, olmaktan korktuğu şey olmuş, babasına benzemiştir. Bu korku “Yüzlerimiz aynılaşacak, kader yıldızlarımız birleşecek, ben de onun gibi istenmediğim bir dünyaya kendimi sevdirmek, yuva kurmak, çoluk çocuğa karışmak, hayatla kaynaşmak için beyhude yere çırpınacakmışım gibi geliyor.” sözleriyle dile getirilir. Bu sözler aynı zamanda Lacan’ın insanın kendini aynada görmesiyle kimliğini öteki üzerinden ifade ettiği “Ayna Evresi”ni akla getirir. Öyle ki burada ana karakter “öteki” olan babası üzerinden kendi kimliğini belirlemeye çalışır ve karakterin yaşadığı yabancılaşmanın temelinde de babasıyla kendisi arasında oluşan kimlik karmaşası yatar. “Acılezzet”te ise baba hayattadır ancak oğluyla ilgilenmez. Bu, ana karakter için daha zor bir duruma neden olur. Henüz ölmemiş olduğundan onun yerini dolduracak olan eniştesini baba konumuna getiremez. Bu nedenle denilebilir ki hikâyelerde ortak nokta, çocuklukta babayla kurulan ilişkinin sorunlu yanlarının hikâyeler boyunca belli noktalarda açığa çıkması olmuştur. Öyle ki ana karakterler sürekli sığınacak bir varlığa ihtiyaç duyarlar. Bazen bu boşluğu anne, anne olmadığında abla ya da sevgilinin dolduracağı düşünülse ve ana karakterler bu boşluğu dolduracak figürlerin arayışı içinde olsalar da bunun doldurulamayacak bir boşluk olduğu, karakterin adeta sarsılan bir zemin üzerinde durmaya çalışmasından anlaşılır. Ana karakterler anne veya babasından göremedikleri sevgiyi başka varlıklarda ararlar ancak “her şey naylondandır”, yani sevgisizdir. Bunun güzel bir örneği “Hiçbir Hikâye Göründüğü Kadar Temiz Değildir” adlı öyküde verilir. Kapısına gelip paspasta yatan köpeği seven ana karakterin paspası çalındığında köpek başkasının paspasında yatar. Bu köpek örneği üzerinden sevginin menfaate dayalı olduğu “naylon” düzen eleştirilir. Böylece tüm öykülerde sevgiden son derece uzak, ikiyüzlü ve aldatıcı insan ilişkilerinin kaynağı çocuklukta yaşanan aile içi sorunlar, özellikle de babalık konumunun doldurulamayışı ve bu boşluğu dolduracak figürlerin arayışında olan karakterler görülür. Bu arayışta karakterler olmak istemedikleri şeye dönüşür, babalarının kendilerine davrandığı gibi çocuklarına davranmaya başlarlar.
Gamzenur TEZCAN